Arap Mitolojisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Arap Mitolojisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster



Burak (Arapça: براق‎), İslam inancına göre, Muhammed'in Miraç'ta kullandığı binektir. Burak, Arapça yıldırım, şimşek, parıldamak, ışıldamak anlamlarına gelen Berk kelimesinden türetilmiştir. Kur’an’da böyle bir isim geçmemekle beraber, hadis kaynaklarında böyle bir varlığın olduğu yer almaktadır.
Türk toplumunda erkeklere verilen bir isim olarak da kullanılmaktadır.
Ayrıca İslam inancında, eşi Sare ile yaşayan İbrahim peygamberin diğer eşi Hacer ve oğlu İsmail'i ziyaret etmek için Mekke 'ye giderken Burak'ı kullandığı ve aynı gün içinde akşam vakti yine Burak ile geri döndüğü ifade edilmektedir.
Buhari Salât, 8'de Burak şu şekilde geçmektedir:
« Bundan sonra katırdan küçük ve merkepten büyük, beyaz renkte "Burak" isminde bir hayvana bindirildim. Bu hayvan, her adımını, gözün görebildiği son noktaya atıyordu. Bir anda Mescid-i Aksa'ya geldik. Cebrâîl, Burak'ı, bütün peygamberlerin bineklerini bağladıkları bir halkaya bağladı. »




"İsrâ" hâdisesinde Cebrâil (a.s) tarafından getirilen ve Hz. Peygamber'in bu mucize sırasında bindiği hayvanın adı.
Hz. Peygamber'in en büyük mûcizesi, hiç şüphesiz Kur'an'ı Kerîm'dir. Fakat Hz. Peygamber, Kur'an dışında, diğer peygamberler gibi bazı mûcizelerde göstermiştir. Bu mûcizeler içinde en büyüklerinden biri de, İsrâ* ve Mirac* hadisesi olduğu kesindir. İsrâ hadisesi, yani Mescid-i Aksâ'*dan Mescid'i Haram*'a kadar olan yolculuk İsrâ suresi 1. ayetinde şöyle açıklanır: "Kulu (Muhammed)'i bir gece, ayetlerimizden bazısını kendisine gösterelim diye, Mescidi Haram'dan alıp çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ'ya kadar götüren, Allah, her türlü eksikliklerden münezzehdir, uzaktır. Şüphe yok ki, o her şeyi işiten, her şeyi görendir. " (17/1).
Bu ayette de anlatıldığı gibi Hz. Peygamber (s.a.s.) Mescid-i Aksâ'ya bir gecede getirilerek, buradan da yüksek makamlara çıkarıldı. Kendisine çok harikûlâde haller ve şeyler gösterildi.
Kısaca anlattığımız bu yolculuğun ilk bölümünü Hz. Peygamber "Burak" denilen ve manevî binekle yapmıştır (Müslim, İman, 259). Çeşitli rivayet ve tarihî bilgilere göre, bu binit, katırdan küçük, merkepten büyük beyaz renkli çarptığında ayaklarını hızlandıran, uyluğunda iki kanadı olan ve adımını gözünün gördüğü mesafenin biraz daha ilerisine atabilen bir hayvandır (İbn Sa'd, Tabakat, I, 214; Tecrid-i Sarih Tercümesi, X, 66; Aliyyü'l-Kârî, Şerhu'ş-Şifâ, I, 381). Burak ismi ona, renginin son derece parlak olması sebebiyle veya hızı şimşeği andırdığı için verilmiştir (İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, I, 120; Nevevi, Şerhu'l-Müslim, II, 210). Yine bazı İslâm tarihleri, sözkonusu bineğe Hz. Muhammed (s.a.s.)'den önceki bazı peygamberlerin de bindiği (İbn Hişam, es-Siretü'n-Nebevi, Mısır 1952, II, 397), meselâ Hz. İbrahim (a.s.) Burak'a binip önüne Hz. İsmail'i, terkisine de Hz. Hacer'i bindirerek Mekke'ye getirdiği bu rivayetler arasındadır. (İbn Sa'd, Tabakât, I, 150; Köksal, M. Asım, İslâm Tarihi (Mekke devri) İstanbul 1981, 350-351).


Arap yarımadası Asya'nın güneybatısında yer alır.En meşhur şehir Mekke'dir.Dağlık bir yer olan Makke'nin ortasında,İbrahim ve İsmail As.'ın inşa ettiği kabe bulunmaktadır.Kabe'nin iki tarafında Sefa ve Merve tepeleri yer alır.
Yemen bölgesi dışında bütün yarımada dağlar,ziraate elverişsiz vadiler,çorak topraklar ve çöllerden ibarettir.Ancak bazı yörelede bulunan vahalar ve meralar,Arabistan'da sadece göçebe hayata elverişliydi.Bu sebeple arap halkının çoğunluğu ticaretle uğraşırdı.

İslamiyetten önce araplarda,soya sopa yardımda bulunmak,düşkünleri görüp gözetmek,sözde durmak,emaneti gözzetmek,komşuya yardım etmek gibi iyi huyların yanında,soysopla öğünmek,mensup olduğu kabileyi üstün görmek,kan gütmek,kız çocuklarını diriri gömmek,alabildiğine fazla kadın almak gibi birçok kötü huylarda vardı.
Araplar içinde putlara,ateşe,ay'a,güneş'e ve yıldızlara tapanlar çoğunluktaydı.Ayrıca hristiyan,musevi ve zerdüştlerde azınlık olarak bulunmaktaydı.Bu dinlerden başka,Allah'ın birliğine inanan fakat yıldızları da mukaddes sayan,Sabia dinine uyanlarla,İbrahim As.'ın dinine tabi olduklarını söyleyen ve kendilerine HANİF adını veren,putlara tapmayan bir azınlıkta bulunuyor
Arabistan halkının pek çoğu putlara tapmakta idi. Kabenin üzerine yerleştirilmiş bulunan ve Hubal (Hübel) adı verilen büyük put bütün putların reisi kabul edilirdi. Ayrıca her kabileninkendine mahsus putlarıda bulunurdu. Bu putların o devirde en önemlileri şunlardır.
1-LAT: Bu put Tail'de bulunuyordu. Sakif kabilesi bu puta tapardı.
2-UZZA: Bu put Mekke' de idi.Kureyş ve Kinane kabileleri buna taparlardı.
3-MENAT:Medine'lilerin putu idi. Evs,Hazreç ve Gassan kabileleri bu puta taparlardı.
4-VEDD:Dumetü'l-Cendel'de idi.Kelp kabilesinin taptığı putt
5-SUVA:Hüzeyl kabilesinin putu idi.
6-YEGUS:Mizhaç kabilesi ile Yemende'ki bazı kabilelerin taptığı puttu.
7-YEUK:Hemdan kabilesine ait olan bu put Yemen'de bulunuyordu.
Arapaların dini merkezi daima mekke şehri idi.Hz.İbrahim ve Hz.İsmail tarafından inşa olunan Kabe,Mukaddes Beytullah burada idi.Araplar zamanla Hz.İbrahimin'in dininden,tevhid esaslarından uzaklaşıp putperestliğe daldıktan sonra,Kabe'nin içi putlarla dolu oılduğu halde yine kabe'yi ziyaret ve tavaf adeti devam ediyordu.Putlara tapmayan ve İbrahim As.'ın dinine uyan Hanifler bu geleneği bilerek iputperestler ise adet olduğu üzere bilincinde olmadan sürdürüyordu.
Hz.Muhammed S.A.V İbrahim peygamberin soyundan,Kureyş kabilesinin Adnan oğulları kolundan gelen Haşim oğullarındandır.Babası Abdullah, dedesi Abdülmuttalip,onun babası Haşim,onun babası Abdi Menaf,onun babasıda Kusay'dır.Onbeş batın sonra Adnan'a ,Adna'Nın silsilesi de İsmail As.İbrahim As.Nuh As.,İdris As.,Şit As.ve Adem As'a dayanır.
Sevgili peygamberimiz HZ.Muhammed S.A.V'in anne tarafından soyuda dördüncü kuşakta İbrahim As.'ın soyuna bağlanır.Yani Hz.Peygamberin baba ve anne tarafından ataları dördüncü kuşakta aynı idiler.Hiç birisi harama el atmaış,cümlesi pak ve temizdiler.
Kabe'deki mukaddes vazifeler daima Hz.İsmail'in sülalesi tarafından yürütülürdü.Bu vazifeler bir aralık Huzaa kabilesinin eline geçtiysedeKusay b.Kilab bu vazifelerin hepsini bir vesile ile tekrar eline aldı.Bu vazifelerden Kabe'nin anahtarlarını elinde bulundurmaya HİCABET,hacılara su temin edip Zemzem suyuna bakmak vazifesine SİKAAYE,hacıları ağırlama görevine RIFADA,umumi toplantı tertip etme görevine ise KIYADE denilirdi.Bu vazifelere sahip olan kişiyede Kabenin MÜTEVELLİ'si denirdi.
Kusay'ın ölümünden sonra büyük oğlu Abd'üd-dar,Kabe'nin Mütevelli'si oldu.Bu görev sonrada onun oğullarına geçti.Ancak Kusay'ın Abd-i Menaf adındaki oğlu itibar ve şeref bakımından daha üstün idi.Abd-i Menaf'ın oğulları Haşim,Abd-i Şems,Muttalib ve Nevfel,amcaoğullarının elinden bu vazifeleri almak isteyince araları açıldı.İş harbe varacak iken arabulucular tarafından uzlaştırdılar.Sikaaye ve Rifaada görevleri,Abd-i Menaf oğullarına,diğer görevlerde Abd'üd-Dar oğullarına verildi.
Abd-iMenaf oğullarından Haşim,kavminin ulusu ve zengini idi.Sikaaye ve Rifaada görevlerini büyük bir şerefle ve başarıyla sürdürüyordu.Onun zamanında Mekke'nin mevkii yükselmiş,Arabistan'ın merkezi olmuştu.Haşim,hacılara olduğu kadar Mekke hakına da büyük hizmetlerde bulundu.Hatta bir kıtlık zamanında halkın karnını doyurmak için bizzat kendisi onlara tirid yapmıştı.Bundan dolayı kendisine "ekmeği parçalayan ve ufalayan kimse"anlamına gelen Haşim denilmiştir.
Haşim seferlerinden birinde Medine'den geçerken,beni Neccar taifesinden Selma adlı asil bir kadın gördü ve onunla evlendi.Bir seferden dönüşünde Gazza'de ölünce yerine kardeşi Muttalip geçti.
Haşim öldüğü vakit hamile olan Selma,Medine'de bir erkek çocuk dünyaya getirdi.Adını "Şeybe"koydular.Daha çocukluk çağlarında iken,halindeki başkalık,yüksek ve asil bir soydan geldiği hemen belli oluyordu.Yeğeninin methini duyan Muttali,Şeybe'yi görmek için Medine'ye gitti.Onu görünce söylenenlerin doğru olduğunu anladı.Annesinin iznini alarak Şeybe'yi Mekke'ye getirdi.Muttalib'i Mekke'ye küçük bir çocukla girerken görenler,Şeybe'yi onun kölesi zannettiler ve ona Muttalib'in kölesi anlamına gelen Abdilmuttalib dediler.Zamanla Şeybe adı unutuldu.
Daha önce bahsedildiği gibi Abd-i Menaf oğulları Mekke'de Sikaayave Rifaada görevlerini yürütüyorlardı.Muttalipten sonra bu görevler Abdülmattalib tarafından yürütülmeye başlandı.

Cürhüm kabilesinin hüküm sürdüğü devirde düşmanların saldırrıları sonucu,Cürhümler Yemen taraflarına kaçmak zorunda kalmışlar,kaçarkende Kabe hazinesinden bir çok değerli eşyayı Zemzem kuyusuna atmışlar ve üzerine taş,toprak döküp yerini belirsiz etmişlerdi.Zemzem kuyusu uzun seneler bu halde kaldı.Nerede olduğunu kimse bilmiyordu.Rivayet edildiğine göre bir gece Abdülmattalib'e rüyasında Zemzem'in yeri haber verilmişti.Bu suretle Abdülmattalib oğlu Haris'le Zemzem'i açıp temizlendi.Kuyuda yine eskisi gibi bol su kaynamaya başladı.Bu olay halk arasında Abdülmuttalib'in şan ve şöhretini dahada arttırdı.
Abdülmuttalib'in onüç oğlu vardı.Bunların tarihte en çok rol oynayanları,Ebu Talip,Abdullah,Hamza,Abbas ve Ebu Leheb'dir.Arap kabileleri arasında güçlülük,evlatların çokluğu ile ölçüldüğünden ve Zemzem kuyusunun temizlenişinde bunun ihtiyacını hisseden Abdülmuttalib on evlat yetiştirmeye muavvaf olursa evlatlarından birini Allah'a adamıştı.İstediğinden fazla evlada sahip olunca adağını yerine getirmek üzere evlatları arasında kura çekmiş,kura en çok sevdiği oğlu Abdullah'a çıkınca,onun yerine yüz deve kurban edip adağını yerine getirmiş ve Abdulllah'ı kurban etmekten kurtarmıştı.Bu sebeple Cenabı Resulullahlah'ı kurban etmekten kurtarmıştı.Bu sebeple Cenabı Resulullah S.A.V.'in İsmail As.ve babası Abdullah'ı kastederek ben iki kurban edilenin oğluyum dediği rivayet olunmuştur.
Kardeşlerinin içinde en güzeli ve en iyi ahlak sahibi Abdullah idi.Peygamberlik nuru onun yüzünde görünüyordu.Abdülmuttalib,soyca Kureyş kızlarının en üstünü olan Beni Zühre kabilesinin ulusu Vehb'in kızı Amine'yi Abdullah'a aldı.Böylece Hz.Muhammed SAV'in,kendi nurundan halk olunan beşeriyet alamine teşrif etmesi için ,Adem As.'dan itibaren Şit As.İdris As.İbrahim As.ve İsmail As.'da tecelli eden ve yine bir çok pak nesillerden sonra Abdülmüttalib'e ulaşan Nuri Muhammedi,Cenabı Hak'kın takdir ettiği son merhaleye ulaşmış oldu.
Amine Hatun,Abdullah'dan Hz.Muhammed SAV'e hamile kalınca Abdullah'ın alnındaki peygamberlik nuru hemen Amine Hatun'un alnında tecelli etti.O sırada Kureyşliler kıtlık içindeydiler.Resuli Ekrem SAV'in anne rehmine intikali hürmetine Cenabı Hak,Kureyş topraklarına öyle bir bereket verdi ki,hepsi zengin oldular ve seneye fetih ve sevinç yılı dediler.
Amine Hatun hamile iken Abdullah,Şam kafilesiyle Medine'ye gitti.Orada hastalanıp 25 yaşında iken dayılarının yanında Hak'kın rahmetine kavuştu.Böylece sevgili peygamberimiz daha anne rahminde iken yetim kaldı.
Bu sıralarda Habeşlilerin istila ettiği Yemen bölgesinde Ebrehe adında bir hükümdar bulunuyordu.Ebrehe,kutsiyeti herkesce bilinen Kabe'ye rakip olarak Yemende San'a denilen yerde bir mabed yaptırdı.Bütün arapları oraya davet etti.Araplar ise bu mabede rağbet etmeyince,Ebrehe bu sefer Kabe'yi yıkmayı planladı.Ordusunu toplayarak Mekke üzerine yürüdü.Eski adetlerden kalma bir inanışla,Ebrehe'de ordunun önünde daima bir fil bulundurur,oununla gireceği her savaştan galip çıkacağına inanırdı. Eberehe ordusuyla Mekke'ye yaklaşınca,keşif için bir süvari grubu gönderdi.Onlar kureyş mallarından neye rastladılarsa gasp ederek Ebrehe'ye getirdiler.Bu malların arasında Abdülmuttalib'in develeride bulunuyırdu.Kureyşliler savunma için hazırlık yapmaya başladılar fakat sonra bu büyük ordunun karşısında duramıyacaklarını anlayınca vaz geçtiler.Bu arada Ebrehe'yi fikrinden döndürmek içn Mekke'den elçiler gitti.Elçiler arasında Mekke'nin ulusu Abdülmuttalib'de bulunuyordu.Ebrehe Abdüllmuttalib'i kabul ederek ne arzusu olduğunu sordu.Abdülmuttalib Ebrehe'ye,askerlerinin gasp ettiği develerini istediğini söyledi.Eberehe ona:"Ben de Kabe'yi yıkamayayım diye bana yalvarmaya geldin zannettim"deyince ,Abdülmuttalib;"Ben develerin sahibiyim onları istiyorum.Kabe'nin sahibi var,onu o korur."dedi.
Eberehe Mekke'lilerin mallarını iade etti fakat Kabe'yi yıkma fikrinden vazgeçmedi.Ordusunu toplayıp Mekke üzerine ordusuna hücum emri verdi.Bu sırada kızıldeniz tarafından Ebabil adı verilen kuşlar ağızlarında ve ayaklarında taşıdıkları taşlarla gelerek,taş parçalarını Ebreh'nin ordusunun üzerine salıverdiler.Taşlar kime isabet ederse,ya ölüyor ya da öldürücü hastalıklara tutuluyorlardı.Ebrehe'ye de bir taş isabet etti ve hastalanarak kurtulan askerleri ile Ymen'e kaçarken San'a denilen yerde ölüdüğü rivayet edilmektedir.Bu hadise araplar arasında Kabe'nin kutsiyetini daha da arttırmış oldu.



ARAP MİTOLOJİSİ

Arap mitolojisi, Arapların antik inançlarının bütünüdür. İslam öncesi ve İslam'ın ilk ortaya çıktığı dönemlerde, Arap yarımadasındaki Araplar aynı politeistik unsurlara sahip farklı birer mitolojik inanç yapısına sahiptiler. Özellikle Mekke ve Mekke'deki Kabe, Arap mitolojisi için merkez nokta sayılabilirdi; bugün İslam'ın ve böylece de "tek tanrı"nın sembolü haline gelmiş olan Kabe, o dönemlerdeki politeistik inançta önemli bir yer teşkil etmekteydi. İçinde barındırdığı putlar, ki bu İslam tarihince de doğrulanmaktadır, ve sarmalandığı cin, yarı tanrı sembolleri bunun en büyük kanıtıdır.

Tanrılar ve Etkileşimler
Arap mitolojisinde bugüne kadar ulaşmış bazı tanrı ve tanrıça isimleri vardır. Çeşitli kaynaklardan bunların doğası ve rolleri hakkında bilgi edinilebilmektedir. Bunların en tanınan ve Kur'an'da da ismi geçen üç tanesi, zaman zaman Tanrı'nın kızları olarak da anılmış olan el-Lât, el-Uzzâ ve el-Menât'dır. İslami kaynaklar Arap mitolojisinin temelini monoteist bir yapıdan aldığını öne sürer ve bu tanrıçalar gibi o dönemlerde tapılan çeşitli tanrı ve tanrıçaların isimlerinin kökeninin Allah sözcüğü olduğunu öne sürmektedirler. Her ne kadar Arap mitolojisinin monoteistik bir yapıdan türediğine dair kesin bilimsel kanıtlar olmasa da, Allah sözcüğünün o dönemde kullanıldığı bilinmektedir ve etimolojik açıdan bu isimlerin Allah isminden türemiş olması olasıdır.

Etkileşimler

Arap mitolojisine dair bilinen gerçeklerden biri de özellikle Mezopotamya mitolojisinden fazlasıyla etkilendiğidir. Zaten coğrafi konumları gereği herhangi bir etkileşimin olmayışı düşünülemez. Sadece Mezopotamya mitolojisi değil, dönemde çevre bölgelerde yaşayan toplulukların mitolojileri ve inançları da Arap mitolojisini büyük oranda etkilemiştir.

Sıklıkla ismi ortaya çıkan ve hakkında en çok bilgi bulunan mitolojik figürlerde bu kültürel ve bölgesel çeşitlilik ve yaygınlık aşikardır. Ayrıca, el-Lat, el-Uzzâ ve Menât'a Palmirliler de tapınmaktaydı.

G. Ryckmans'a göre tanrıça el-Lât, Semûd, Safaî ve Lihyanî kavimlerine ait kitabelerde adı geçen tanrıça İlât ile aynıdır. el-Lât'ın ismi Palmir ve Nabat kitabelerinde de geçmektedir. Güney Arabistan'da rastlanan ve el-Lât'a gönderme yapan kişi isimleri güney Arabistan'da da el-Lât'a tapıldığına dair kanıt olabilir.

Palmirlilerin de tapındığı bir başka ortak tanrıça el-Uzzâ idi. Ayrıca Azizo adında tapındıkları bir tanrıları daha vardı. Bunların dışında Suriyelilerde de Venüs'ü sembolize eden el-Uzzâ göğün kraliçesi olarak mevcuttu.

Menât da Nabat kitabelerinde geçer ve Semud kavmi tarafından da bilinirdi.

Bunların dışında adı sıkça geçen bir tanrı da Hubal veya Hubel'dir. İsminin İbranice Ha ve Ba'l`dan geldiğini düşünülmektedir. Böylece "rab, tanrı" gibi bir anlama sahip olduğu öne sürülmüştür.

Tanrıları Görevleri ve Doğaları

Arap mitolojisinde büyük bir çeşitlilik mevcuttu ve çoğu tanrının hangi nesne, kavram veya iş ile bağdaştırıldığı bugün bilinmemektedir. Arapların yüzden fazla putları olduğu göz önüne alınırsa, büyük ihtimalle bu putların simgelediği büyük sayıda tanrılar mevcuttu. Fakat o dönemdeki Arapların ve Arap mitolojisi bağlılarının dini yaşamları hakkında fazla bilgi olmayışı, tanrılara tam olarak ne tür görev veya tanımlar atfettiklerini bilmemizi zorlaştırır. Ayrıca, var olan çeşitlilik nedeniyle birçok farklı kabile daha farklı mitolojik gruplar ve tapınımlar oluşturmuştur. Örneğin, Kinâne kabilesinin Ay, Teym kabilesinin ed-deberân ve Kelb kabilesinin Şi'ra yıldızı gibi gök cisimlerine taptığı bildirilmektedir. Farklı kabilelerin tanrılarının arasındaki bağlar ve benzerlikler veya farklı kabilelerinin birbirlerinin tanrılarına olan bakış açıları belirsizdir.

Bunların dışında tarihçilerin çoğunluğu, Arap mitolojisindeki belirgin üç tanrıça, el-Lat, el-Uzza ve Menat'ın sırasıyla Güneş, Venüs ve Hüküm tanrıçaları olduğunu söylemektedir.

Putperestlik

Arap mitolojisi kendi içinde yoğun bir putperestlik geleneği taşımaktaydı. Birçok mitolojide olduğu gibi, putlar sembolize ettikleri tanrı veya tanrıçalar nedeniyle kutsal sayılmaktaydılar ve en önemli tapınım aracıydılar. Yukarıda bahsedildiği gibi Arapların yaklaşık yüz farklı putu olduğu bildirilmektedir. Mekke'deki Kabe'de, İslam öncesi devirde, farklı kabilelerinin tanrılarının putlarını da içeren yüzlerce put bulunduğu rivayet edilmiştir. Böylece bölgeye çeşitli amaçlarla (ticaret vb.) gelen farklı kabilelere mensup kişiler kendi kabilelerinin inandığı tanrılara, bu putlar sayesinde tapabilmekteydi.

Cinler ve Kehanet

Arap mitolojisinde yaygın bir cin inancı vardı. Bazı hayvanların cinlerle ilgileri olduğunu düşünmekteydiler. Ayrıca gûl diye adlandırdıkları dişi cinlerin varlığına inanırlardı. Haklarında ve uygulamalarında çok bir bilgi bulunmasa da topluluklarda büyücü ve kahinlerin var olduğu bilinmektedir. Bu kişilerin cinlerle ilgileri olduğuna inanıldığı için genel olarak insanlar bu kişilerden çekinirlerdi. Cinlerin bu kahinlere gizli şeyleri haber verdiği, kehanetlerde bulunduğu düşünülürdü. Bu nedenledir ki kahinler topluluk içinde sıklıkla hakem rolü üstlenirlerdi.


Politeizm, Henoteizm ve Arap Mitolojisinde Allah
Arap mitolojisinin öğeleri belirgin biçimde günümüze ulaşamamıştır, yine de daha sonra İslam döneminde bazı kaynaklarda çok kısa ve yalınca tanımlandıkları olmuştur. Ayrıca İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'da dönemin Araplarının inançlarına dair bazı tanımlar içermektedir. Örneğin Kur'an'da İslam öncesi Araplarının cinlere tapındığı (34/41), meleklere tapındığı (43/19) ve dişi tanrıçalara tapındıkları (4/117) geçmektedir. Arap mitolojisine dair Kur'an'da geçen en belirgin öğe belki de onların Yaratıcı sıfatı bulunan belirli bir baş tanrıya tapındıkları fakat bunun dışında, belki de bu baş tanrı ile kendileri arasında aracı olmaları için, çeşitli daha küçük tanrılara tapındıklarıdır (29/61,63; 39/3 vd.). Ayrıca tapındıkları ve putperestlik geleneğini sürdürdükleri bu tanrıların bir kısmını Allah'ın Kızları yani baş tanrının çocukları olarak gördüklerine dair ifadeler de vardır. Bu düşünceleri destekleyecek şekilde dönemden bugüne kadar ulaşan bazı şiir metinlerinde, "Allah" adıyla andıkları yüce bir Tanrı'ya dair bilgiler bulunmaktadır.Yine de bunun daha sonraki dönemlerde Müslümanlar tarafından, politeistik tanrıların isimleri yerine metinlere geçirildiği şeklinde iddialar da mevcuttur. Genel görüş bu iddaları içinde çeşitli putların ve politeistik inançta inanılan tanrı isimlerinin yer aldığı şiir parçalarının da bugüne ulaştığı gerekçesiyle reddeder. Ayrıca İbnu'l-Kelbî'nin kaleme almış olduğu "Kitabu'l Asnam"da Arapların Allah adıyla andıkları bir tanrının yanı sıra farklı tanrılara da tapındıklarına dair bilgiler mevcuttur. Ek olarak bazıları Allah isminin Mekke'de bulunan putlardan veya politeistik tanrılardan birinin adı olabileceğini veya yüce bir tanrının isminden çok genel anlamda tanrı sözcüğü yerine kullanıldığını öne sürmüşlerdir. Sonuç olarak Arap mitolojisinin tamamen politeistik bir temel üzerine mi kurulduğu yoksa daha çok henoteistik bir temele mi sahip olduğu bilimsel anlamda belirsizdir.

El-Uzzâ

Uzza, İslam öncesi Arabistan'daki bereket tanrıçası. İslam öncesi dönemde ve Mekke şehrinin üç baş tanrıçasından biriyidi. O dönemlerde Uzza, Manat ve Lat "Tanrı'nın kızları" olarak anılıyorlardı. İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'da da İslam öncesi tapınılan ilah-putlardan biri olarak adı geçmektedir (53:20).

Hubal gibi Uzza da, İslam öncesi Kureyşliler tarafından korunmak için çağrılırdı. "624'te Uhud savaşında, Kureyşlilerin savaş narası 'Uzza'nın insanları, Hubal'ın insanları!' şeklindeydi." (Tavil 1993)

Uzza Kültü

İslam öncesi Arabistandaki ilahlara dair bilgi bulmak pek kolay olmadığı gibi bulunan bilgilerin güvenilirliği de tartışmalı olabilmektedir. İlahların kökenleri ihtiyatlı bir biçimde araştırılmakta ve bazı öneriler getirilmektedir. Nabatlıların, Petra'daki, Uzza'ya dair kitabelerinde Uzza'nın Venüs gezegeniyle ilişkilendirildiğine dair açıklamalar bulunmaktadır.

Hişam bin el-Kelbi tarafından yazılmış Putlar Kitabı`na (Kitab el-Esnam) göre (N.A. Faris 1952, s. 16-23); "Kureyşliler de dahil Arapların çocuklarına Abdul-Uzza ("Uzza'nın kulu/kölesi") ismi koyma adetleri vardı. Daha da önemlisi Kureyşiler için Uzza en önemli puttu. Onu ziyaret eder, hediyeler getirir ve kurban adayarak lütuf dilerlerdi."

Tapınılan üç tanrıçanın (Uzza, Manat ve Lat) gerçekten Tanrı'nın veya başka bir ilahın kızları olarak tapınılıp tapınılmadığı konusu belirsizdir. Putlar Kitabı`na göre üç tanrıçanın da tapınımına farklı zamanlarda başlanmıştır, buna göre ilk dönemlerde kardeş bile sayılmıyor olabilirler. İslami kaynaklar, İslam öncesi dönemde bu üç tanrıçaya Tanrı ile insanlar arasında ara buluculuk etmesi için tapınıldığını ileri sürmüştür. Kur'an'da Tanrı ile insanların aralarına ara bulucu sokmamaları gerektiğine - İslam dininde buna gerek olmadığına dair ayetler bulunmaktadır. Özellikle, Zümer suresinin 3. ayetinde geçen bir ifade tefsirciler tarafından böyle yorumlanmıştır. Ayet şöyledir:

"İyi bil ki, halis din yalnız Allah'ındır. O'ndan başka dostlar edinerek, 'Onlar bizi Allah'a yaklaştısınlar diye kulluk ediyoruz' derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde hüküm verecektir." (Zümer suresi, 39/3)

Tefsirciler ayetin son kısmını, İslam öncesi dönemde bölgedeki insanların Allah veya tek yaratıcı Tanrı'ya inandıklarını ama melekleri veya bir tür ilahları, kendilerini Yaratıcı Tanrı'ya yaklaştırsınlar diye aracı kıldıklarını bu aracı ilahlara ve putlarına taptıkları şeklinde açıklamıştır. (Seyyid Kutub, Fî Zilâl-il Kur'an, 8. cilt, Zümer Suresi, 3. ayet, s. 567 - Dünya Yayıncılık, İstanbul, 1991 ve Mevdudi, Tefhimu'l Kur'an, 5. cilt, Zümer suresi, 3. ayet, s. 93-95, İnsan Yayınları, İstanbul, 1991.)

Her üç tanrıçanın Mekke'nin yakınında kendilerine adanmış farklı mabetleri vardı. En önemli Arap Uzza mabedi, Kudayd'ın yanındaki Nakhlah diye anılan bir yerde idi, burası Mekke'nin doğusunda Taif'e doğruydu.

Geç dönem putperest (pagan) Arap şiirinde Uzza güzelliğin simgesi olarak geçmekteydi. Her ne kadar Uzza'nın Güney Arabistan'daki varlığı kısa denilebilecek bir zaman dilimi içinde yok olmuşsa da, kuzeyde Nabatlılarca Petra'da varlığını sürdürdü. Nabatlılar başlarda Arap isimlerine sahip ilahlara sahipken, daha sonra bu özgün ilahları Hellenistik tanrı ve tanrıçalarla özdeşleştirmiştir. Bunun sonucu olarak, Uzza da İsis ve Afrodit ile ilişkilendirlimiştir. Petra'daki kazılarda İsis/Uzza'ya adanmış bir tapınak ortaya çıkarılmıştır. Bu tapınak içinde bulunan bazı oymalardan esinlenerek Kanatlı Aslanların Tapınağı olarak anılmaktadır. Uzza ismi Petra'daki kitabelerde kayıt edilmiştir.

Putlar Kitabı'nda alıntılanan ve Zeyd ib-Amr ibn-Nufeyl tarafından yazıldığı geçen bir mısrada şöyle denmektedir:

Uzza ve onun iki kızına artık tapmam. (Arapça)]: فلا العزى أدين ولا ابنتـيهـا.]

El-Manât

Manat veya Manah, Arap mitolojisinde bir tanrıça. İslam öncesi Arabistan'da tapılan tanrıçalardandır, özellikle Mekke şehrinin üç baş tanrıçasındandı. İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'da da geçer. Putlar Kitabı`na (Kitab el-Esnam) göre İslam öncesi dönemde Araplar Manat'ın kader tanrıçası olduğuna ve üç baş tanrıçanın en yaşlısı olduğuna inanırlardı. O dönemlerde bu üç baş tanrıçanın Tanrı'nın kızları olduğuna inanılıyordu. Petra'daki Nabatlılar onu Manawat ismiyle anıyor, onu Greko-Romen tanrıça Nemesis ile denk tutuyor ve Hubal'ın karısı olduğuna inanıyorlardı.

Putlar Kitabı`na göre, İslam öncesi dönemdeki Arap putlarından en eskisi Manat idi. Ayrıca, eser Mekke'ye Manat adına yapılan bir tür hacdan da bahseder. Yine aynı eserde sahabelerden Ali'nin Manat'ın putunu yok ettiği anlatılır.

El-lat yani Lat, İslam öncesi Arabistan'daki bereket tanrıçası. İslam öncesi dönemde Mekke'nin üç baş tanrıçasındandır. Bu üç tanrıça Mekke'lilerin inancına göre Tanrı'nın kızlarıydı. Petra'lı Nabatlılar tarafından da tapınılan Lat, Nabatlılarca Yunan Athena ve Roma'lı Minerva ile denk tutulmuştur. Wellhausen'e göre, onlar Lat'ın Hubal'ın annesi olduğuna inanıyorlardı.

Hişam bin el-Kalbi tarafından yazılmış Putlar Kitabı`na (Kitab el-Esnam) göre, İslam öncesi dönemde Araplar onun Kabe'de yaşadığına inanırlardı ve Kabe'de ona ait bir put bulunurdu.

Mitoloji Kervanı. Blogger tarafından desteklenmektedir.
Google Analytics